Ayşe Hopal

Bir Kahve Meselesi

Ayşe Hopal

Bir hikâyemiz olmalı, kırk yıl hatırı olan…

Yağmur hızlanırken, denizin içimi ürperten rüzgarını arkama alıp, adımlarımı arnavut kaldırımlı yolda daha da hızlandırdım. O büyülü kokuya doğru adeta çekiliyordum. Tarihi mısır çarşısı ve içeriden yükselen envai çeşit baharat kokuları…Tarihi çarşıyı ve baharat kokularını arkamda bırakıp, beni çeken kokunun etkisiyle yürümeye devam ettim. 1871 yılında kurulan kahve üretimine bir sanat gibi yaklaşan Kuru Kahveci Mehmet Efendi’nin Eminönü’ndeki tarihi dükkanının önünde durdum. İçimde güzel duygular uyandıran bu dükkan ve buradan dışarı taşan tarifi imkansız o rayiha… Taze çekilmiş kahvenin muhteşem kokusu. Yağmurun ıslattığı toprağın kokusuyla aldığım kahvenin kokusunu içime doyasıya çekip denizin iç ürpertici soğukluğuna yüzümü döndüm. İşte o günün her bir anını zihnimde böyle ölümsüzleştirmiştim.

Kokuların gizli bir sırrı vardır. Kahve kokusunun da bende önemli bir yeri var. İnsanların kokularla kuvvetli bağları olduğuna inanıyorum. Mesela Yakup peygamber, oğlu Yusuf(a.s) daha yoldayken gömleğinin kokusunu alıp kapıya çıkmıştır. Aşık maşukunu yine kokusundan bilir. Kokuların sırrını öğrendiğimiz vakit insanı öğrenmeye de vakıf oluruz.

Kahvenin Yemen’den Mekke ve Medine’ye oradan da 15.yüzyıl sonlarında seyyahlar aracılığı ile İran’a, Mısır’a ve Türkiye’ye yayıldığı söyleniyor. Yavuz Sultan Selim zamanında Yemen Valisi kahve çekirdeklerini İstanbul’a getirmiş. Onun sayesinde saray kahve ile tanışmış ve ardından zamanla Türklerde kahve kültürü evlere böylece yayılmış.

Kahve içmek benim için bir sanattır. Kültürümüzün de benim de vazgeçemediğim tatlardan biridir. Kahveyi yavaş yavaş keyfine vararak içmelisiniz. Taze ve iyi çekilmiş olması çok önemlidir. Pişirilme şekli ise oldukça mühimdir. Mümkün olduğunca az sayıda pişirmeniz tadını daha da lezzetli hale getirecektir. Közde ve bakır cezvede ağır ağır pişen kahvenin tadı bambaşkadır. Şirince’de sıcak kumda pişirilmiş kahveyi deneyimlemiştim. Unutamadığım kahve tadımlarımdan biridir. Mardin'de süryani kahvesi içmişliğim de var. O da benim için çok farklı bir deneyim olmuştu. Köpüklü, göz göz açılan bu kahve adeta bir tablo gibi görünür gözüme. Kahve öncesinde gül rayihalı bir sudan az da olsa tatmak ağızda hoş bir aroma bıraktığı gibi kahvenin tadını da oldukça güzelleştirir. Kokusu beni canlandırır. Küçük fincanlar da içmesi ise makbul olanıdır. Bu durum bana küçük miktardaki bir lezzetin kıymetini bilerek sınırlı bir anı ebedileştirmek gibi gelir.

Kahve Türk konukseverliğinin bir imgesidir. “Gönül ne kahve ister ne kahvehane gönül sohbet ister kahve bahane.”

“Bir kahvenin 40 yıl hatrı vardır.”

gibi atasözleri de boşuna söylenmemiştir. Dostluğu ve arkadaşlığı çağrıştıran kahve,

sohbet meclislerinin aranılan en güzel lezzetidir. Özel anlarımızın eşlikçisidir. Bayram günlerinin en güzel ikramıdır. İsteme merasimlerinin önsözü gibidir. Damat adayına içirilen, içine tuz atılan kahve yüzlerde güzel bir tebessüm oluşturur.

Eski kahvehane kültüründe kahvenin yeri ayrıdır. Kitap eşliğinde içilen kahveler ise o günleri çok güzel anlatır. Kahvaltı tabiri de kahveden gelir. Kahve altı demektir. Kahvaltınızı yaptıktan sonra üzerine kallavi bir kahve içmek eskilere göre kaçınılmazdır. Benim kahve tercihimi düşünecek olursak “kahvaltı” tabirini kahve üstü diye değiştirmek mümkün. Çünkü ben güne kahve ile uyananlardanım. Sabahın sakinliğinde güneş doğarken yeni güne kahve kokusuyla uyanmak tarifi imkansız bir his. Çok sevdiğim özel bir rutin bu benim için.

 

Osmanlıda kahve kültürünün çok ayrı bir yeri var. Mesela kahve yanında getirilen suyun ilginç bir hikayesi var. Eğer misafir önce suyu içerse karnının aç olduğu anlamına gelirmiş, yemek ikram edilirmiş. Kahveyi içecek olursa karnım tok demek istermiş. Canım Osmanlının kültürü böyle güzel inceliklerle dolu.

Kahvenin sağlığa oldukça yararlı bir içecek olduğunu düşünüyorum. Tarihte kahvenin yasaklandığı dönemler olmuş. İnsanlar kahveyi saklar, gizli saklı köşelerde içerlermiş. O günlerden bugünlere gelinirken kahvenin sağlığa olan faydalarını konuşmak büyük bir ironi olsa gerek.

Kahvenin kalp sağlığına oldukça iyi geldiği söyleniyor. Metabolizmayı hızlandırdığı gibi enerji verip hafızayı da güçlendiriyor. Cilde çok iyi geldiğini özellikle söylemeliyim. Ağrı kesici etkisi olduğu gibi depresyona ve Alzheimer hastalığına iyi geldiği bilimsel olarak kanıtlanmış. Sağlığa iyi gelen her yiyecek ve içecekte olduğu gibi aşırı tüketim sıkıntılara yol açacağından, siz yine de kahve tüketiminizi normal seviyelerde tutun olur mu?

Sade kahve yalnızlığı, sesizliği sever, orta kahve kendi halindeliği sever, şekerli kahve aksiyon ve hareketi sever, derler. Sade kahve içen biri olarak, kahvede yaren pek aramadığım doğrudur. Çayın arası kalabalıkla iyiymiş, kahvenin de yalnızlıkla demişler işte o misal. Kahvenin insanın yalnızlığına gelen iyi bir yanı vardır. Teselli gibidir. Hüznü sever. Yorgunluğu alır, beni sakinleştirir.

Şu hayatta tartışmasız üç koku beni çok mutlu ediyor : kitap kokusu, kahve kokusu ve yeni yağmış yağmurun ıslattığı toprak kokusu. Ah bir de tüm bu kokulara eş, arka fonda Türk sanat müziğinin nihavent makamından “Ayrılmak ne kadar zor, unutulmak çok acı” eseri de kulaklarımı şenlendiriyorsa değmeyin keyfime... Bu üç kokunun birleşimine denk gelirseniz beni ve kahve kokulu yazımı yad etmeyi unutmayın olur mu?

Kitap, kahve ve yağmurlu günlerden oluşan bir dünyada buluşmak dileğiyle…

 

Yazarın Diğer Yazıları