“Sen beyazlar için mutluyken, ben miyim bu siyahlara bürünen, neden bugün siyah ile beyaz yan yana yıllardır birbirine hep zıt görünen.”
Anonim
Beyaz ve siyah.. İki zıt renk..
Siyah asaletin, hüznün, tevazunun rengi. Kendi halinde, sıradan, gösterişten uzak. Siyahın başı hep önünde. Asil duruşundan ödün vermesede kendisini bilir, mevcudiyetinin daima farkındadır. Bazı özel günlerin kurtarıcısı. Fazlalıkları yok etme gücüne sahip. Yas günlerinin en tercih edileni. Siyah geceler ise en romantik dakikaların eşlikçisi. Çoğu zaman da çaresizlik gibi bir şey. Zifiri karanlıklarda ümitsizliğin ta kendisi. Koyu karanlık siyah bir tünelin sonunda beyaz ışığa hasret duyarız. İşte tam da burda başlar beyazın üstünlüğü. Siyahın tükendiği noktada beyaz ümidi şahlandırır. Bu yüzden beyaz hep üstten bakar siyaha. Kendini vazgeçilmez görür. Siyahdaki asil ruh beyazda yerini ukalalığa bırakır. Beyaz mükemmeliyetçidir. Kusursuz olmak onun doğasında vardır. Çevreden gelecek en ufak bir olumsuzluğa dahi tahammül göstermez. Cezbedici güzelliğine asla leke düşürmek istemez. Her daim temiz ve saf görünmelidir. Kibrini dahi bu masum görüntüsünün altında gizlemekte ustadır. Beyaz, siyahı bir renk olarak dahi görmez. Benim yokluğum da sen varlık gösterebilirsin der durur. Beyaz, tüm renkleri dahi kendi varlığından bilir. Her bir renk varlığını esasen beyaza borçludur. En mutlu anların, güneşli günlerin, umudun, rüzgarın rengi olduğunu söyler durur. Siyahın boynu bükülür. Tevazu sahibi, asil siyah hüzünlenir.
Dostoyevski’den şu sözü anımsar ve beyaza hitaben der ki; “Gösterişin, torpilin, kibrin ve sayamadığım binlerce putun kol gezdiği bu çağda; bir bakışın, bir duruşun, bir hayatın sadeliğine inanıyorum...”
Siyah beyaz kavgasına inat son notu Nabi söyler; “Kalem eğri dilli, mürekkep siyah yüzlü, kağıt ikiyüzlü! Şimdi kalkıp arzuhalimi yazmaya kimi mahrem kılayım? “