“Bir şehir ol. Mesela İstanbul gibi... De ki: "Boğazım kuruyana kadar seveceğim seni...””
Ah İstanbul! Seni ne çok severim. Taa ezelden severim , öyle ki Kâlü Beladan beridir. Ruhların bir araya geldiği o mecliste, birbirimize söz vermiş gibi…
Çok küçüktüm, daha altı yedi yaşlarımda, canım ablamın bizden ilk ayrılışı ve sana gelişi… Benim için çok çok uzaklarda, sisli bulutların ardındaydın. İlk tanışmamız işte böyle oldu seninle. O çocuk kalbimde sana büyük bir aşk büyüttüm. Benim için ete kemiğe bürünmüş bir sevgili gibiydin. Ben seni hiç görmeden sevdim. Karşılıksız, masum, saf ve temiz. Çok sevince kavuşmak imkansız derler. Ama kavuşmuştuk işte, on sekiz yaşımla gelmiştim sana. Yıllardır özlemini çektiği sevgilisine kavuşan bir aşık misali içim içime sığmıyordu. İlk göz göze gelişimizde Kız Kule’siyle oldu. Mavilikler içinde bir gelin gibi nazlı, edalı o duruşuyla sanki bana göz kırpıyordu.
Biraz arkasında, sislerin ardında kalan büyüleyici tarihi yarımada.. Topkapı Sarayı’nın beş yüz yıllık surları, tarihimizin en muazzam şahidi tam karşımdaydı. Gözyaşımın buğusunda, Topkapı’nın birkaç adım ötesinde, hayalimdeki kadar güzel, hayalimdeki kadar muhteşem Ayasofya’m… Kutsal bilgelik sırrının kalbi. Bin beş yüz yıllık yaşayan ruh. Bilirim, karşında mağrur duran, altı minaresiyle yükselen Sultan Ahmet’e mahzun ve derin bakarsın. Sonra önümde uzanan o serin mavilik… Boğazın beni içine çeken suları ve sağımda boylu boyunca uzanan tarihe meydan okuyan güzelim yalılar ve Boğaziçi… İşte ben bu ilk günü, ilk karşılaşmamızı, o yürek atımımı hiç unutamam. Karar verdim ve aldım çantamı sırtıma, tüm benliğimle seni tanımak istedim. Bildiklerimle hiçbir zaman yetinmedim, seni hep daha iyi anlayabilmek için çabaladım. Tarihe şahitlik eden güzelim sokaklarında kayboldum. Yahya Kemal’in de dediği gibi “Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer. Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”
Düşünüyorum da dünya üzerinde hem tarihiyle bu kadar içe içe geçmiş hem de zamanının çok ötesinde yaşayan canlı başka bir şehir daha var mıdır? Şimdi bu yazımı kaleme alırken benden çok çok uzaktasın... Ama her daim kalbimdesin. Hep derler “İstanbul’da yaşamak mı? İstanbul’u yaşamak mı?” Ben kendimi bildim bileli hep seni yaşadım. Ruhunu ruhumda hep hissettim çünkü sen benim geçmişle aramdaki muazzam bir köprüsün. Camilerin, hamamların, sarayların, hâlâ bozulmayan denize kıyısı olan semtlerin, çeşmelerin, imarethanelerin, kulelerin, cumbalı evlerin, yalıların, köprülerin ve her türden insanı yıllarca içine alan o kozmik yapınla, tarihle aramdaki en güzel bağsın. Geçmişinle beraber bugünüme de ışıksın. Dinamiksin, canlısın, değişkensin…
Çok seven bir kalp için ayrılık bir son değildir. William Butler’ın çok sevdiğim bir sözü var: “Unutma! Her gidiş bir ayrılık değildir çünkü bazen ne kadar uzağa gidersen git, yüreğin hep bıraktığın yerdedir.” der. Ayrılık günü yüreğimi ben de sende bıraktım. Hüznümü aldım sakladım, kendime yoldaş ettim. Bu kısacık ömürde bize yine hasret yine özlem dedim. O ayrılık günü Eyüp sırtlarındaki Pier Loti tepesine çıktım. Fransız yazar, İstanbul aşığı Pier Loti’nin kahvesinde çayımı yudumlarken, Haliç manzarasında şu dizeleri kaleme aldım;
Ah nazlı İstanbul’um
Seninle nefes aldığımı hissederim
Gökyüzünün altında huzura ererim
Galata kulesinde bir martınla buluşur gözlerim
Sultan Ahmet’te ezan sesleriyle ruhumu beslerim
Mihrabat korusunda şairin dizeleri düşer aklıma gülümserim
Beyoğlu’nun sokaklarında o gizemle ürkerim
En sevdiğim semtindir Emirgan
Her sokak arasında boğazın farklı bir ahengi
Ah Vefa, gençliğim okumuşluğum
Sen gerçekten sadece bir semt adı olamazsın
Bahar gelince aklıma düşer, adadaki fayton sesleri
Tarihin izlerini sürerim Fatih’te her adımımda
Üsküdar’da gelir,
en güzel vapurun sesi
Beşiktaş ağaçlı yolda yürürken, kulağımda bir İstanbul şarkısı
Ortaköy’de soluklanırken kaybolurum köprünün ışıklarında
O ışıklardan Çamlıca’ya tırmanır bir çay içip simit yerim
Mutluluk dediğin budur işte derim
Sonra ufka dalarken gözlerim, hatırlarım
Duamın en makbul yeri Eyüp, seni nasıl unutabilirim
Canım Haliç, o gemiler kızaklarla sana gelmeseydi
Sensizlik ne zor olurdu İstanbul,
Mutluluğum, ruhum, gözümün nuru canıma can İstanbul…
Ve kalem kırıldı, kelam tükendi.
Pier Loti kahvesinin güzelim manzarasında güneş bizi terk ederken, Müzeyyen Senar’ın içime işleyen o eşsiz billur sesi yükseldi. Ben seni unutmak için sevmedim…