Geçmişe dönüp baktığımda, bir dönemin gayet normal sayılan davranışları bugün bize hem gülümseten hem de düşündüren anılar olarak geri dönüyor.
O zamanlar kimse garip bulmazdı; şimdi ise “Yahu biz neler yapmışız böyle?” diye hem gülüyoruz hem iç çekiyoruz.
Hani o eski bayramlar vardı ya…
Sanki herkes birer defile mankeni gibi sokaklara dökülürdü.
Yeni alınmış kıyafetler parıl parıl, saçlar jöleli, ayakkabılar cilalı…
Herkes “en havalı ben olacağım” havasında.
Ama bizim evde durum biraz farklıydı. Çünkü benim bayramlığım... Hazır giyim değil, “hazırlanmış” giyimdi.
Yani annemin orlon ipten ördüğü kazak ve pantolon takımı!
Bu bayramlık, bayram sabahı sandık içinden büyük bir seremoniyle çıkarılırdı.
“Hah işte bu! Geçen bayram da giydin ya, mis gibi duruyor!”
Duruyor da… Ben o arada boy atmışım.
Kazak, göbek hizasında durmuş, pantolon dizin yukarısında...
Yani takım elbise değil, kapri takım olmuş!
Ama bayramlık kutsaldır. Kaç santim daraldığı önemli değil, o giyilecek!
Ve bayram biter bitmez ne olur? Bayramlık tekrar sandığa...
Nereye?
Bir nevi “kıyafet mezarlığına.”
Eskiden ulaşım aracı dediğin şey ne minibüstü ne de elektrikli skuterdi…
Faytondu kardeşim!
Ama öyle dümdüz bir taşıma aracı değil, resmen gelin arabası!
Süslenmiş, fiyonklu, püsküllü, çiçekli... Bir de üstüne “Maşallah” yazısı asıldı mı tamamdı.
Sanki düğüne değil, padişahın huzuruna gidiliyordu.
Yol dediğin ise Parke taşıydı!
Fayton bu yolda ilerlerken var ya…
Atların çıkardığı “tak tak tuk tuk” sesler adeta bir senfoni orkestrasıydı!
Beethoven bu mahallede doğsaydı, kesin bu sesleri notaya çevirirdi.
Sonra mı? Tabi ki teknoloji ilerledi.
Hayatımıza 124 muratlar girdi.
Ön koltuğa oturmak devlet başkanlığı koltuğuna oturmak gibiydi.
Şoförler direksiyona düz oturmaz, yan otururdu.
Çünkü o şekilde araba daha az benzin yakardı.
Sol gözle ön, sağ gözle arka takip edilir; dikiz aynasına da gerek kalmazdı.
Zaten yollarda başka araba da yoktu ki ister amuda kalk sür ister yan otur kim ne diyecek?
Aşklar da bir başka yaşanırdı.
Genç bir delikanlı bir kıza âşık olur, ama kızın ruhu bile duymazdı.
Delikanlı 500 metre geriden takipteydi… Gerçek aşk, o mesafeden dürbünsüz takiple başlardı.
Kız bakkala gitse o da gider, okula gitse okulun kapısında beklerdi.
Tabi kız takibindeyiz kıyafetimizin de modaya uygun olması gerekirdi.
O meşhur İspanyol paça pantolonlar!
Paçaları o kadar genişti ki yürürken adeta pantolon değil, at yelesi dalgalanırdı.
Ayakkabı silmeye hiç gerek kalmazdı çünkü o paça zaten yolda süpürge gibi her yeri tarar, eve gelince ayakkabılar pırıl pırıl olurdu.
Eskiden yaşadıklarımız, şimdi dönüp baktığımızda yüzümüzde tatlı bir tebessüm bırakıyor. Bazen deli cesareti, bazen masum saflık, bazen de akıl almaz bir özgüvenle yapılmış işler…
Ama hepsi birer hatıra, birer kahkaha, birer iç ısıtan sahnelerle dolu…
Şimdiye baktığımızda ise içim burkuluyor.
Acaba bir gün bugünkü davranışlarımıza da böyle gülebilecek miyiz?
Yoksa şimdi yaptıklarımız, geleceğimizi gülünç değil, karanlık mı yapacak?
İnşallah yanılıyorumdur.
Dilerim bir gün, bugüne de aynı sevgiyle, aynı gülümsemeyle bakabiliriz.
Ve “iyi ki yaşamışız” diyebileceğimiz hatıralar biriktirmiş oluruz.
İyi Bayramlar!