1970’li yıllarda doğup büyüyenler bilir… O dönemin evleri bir başkaydı. Odalar birbirine tren kompartmanı gibi ekliydi. Tuvalete gitmek bile adeta küçük çaplı bir keşif yolculuğuna çıkmaktı. Nailbey’deki evde mesela, tuvalete ulaşmak için üç odadan geçmemiz gerekirdi. Evin mimarisi “ihtiyaçtan” çok, adeta “macera” odaklıydı.
Ev sobalıydı tabii… Kışın koca bir aile aynı odada yatardık. Ortada soba, kenarda battaniye yığınları, herkes bir köşede… Uyku vakti gelince büyüklerimizin anlattığı, içinde cinlerin, perilerin, kızılkurtların dans ettiği masallarla uyumaya çalışırdık.
O kış dedem vefat etmişti… Hem de bu evde… Gece kalkıp tuvalete gitmem gerekince aklıma ilk dedem geliyordu. Zaten diğer odalar ve tuvalet oldukça soğuk üstelik karanlık… Bir de vefat eden dedemin yokluğu ve soğukluğu…
“Ya karşıma çıkarsa? Hem kızılkurt tuvalette besleniyormuş. Ya o beni yutarsa?”
Cesaret mi? O da ancak grup halinde gelirdi bize. Tuvalete gidişlerimiz neredeyse NATO operasyonu gibiydi. Lamba lamba ilerliyoruz. İlk oda açık! İkinci oda açık! Son hedef tuvalet!
Bir akşam babam ayağa kalktı. Tam kapıya yönelirken “Baba… tek mi gideceksin? Korkuyorsan ben de geleyim…” dedim. Öfkelendi. “Yat yerine eşşoleşşek! Ne korkması” diye homurdandı.
Ama sessizlik uzun sürmedi. Birkaç dakika sonra evin içini delen bir çığlık yükseldi.
“Vay Anammm!”
İlk olarak babannem fırladı yataktan… Soba maşasını kaptığı gibi kapıya koştu.
“Noldu ana gurban!”
Babam tıknefes kendini içeri attı.
“Beni tuvalette biri tuttu!”
Suratı kireç gibiydi. Ve üstünde pijamanın sadece altı vardı! Hepimiz ayağa fırladık. Evde küçük çaplı bir kriz havası esmişti… Kimimiz dua ediyor, kimimiz sandalyeyi silah gibi tutmuş. Ben ise korkudan halının altına girmek üzereyim.
Toplandık, askeri manga gibi dizildik ve tuvalete doğru ilerlemeye başladık. Vardığımızda manzara şuydu: Babamın pijama üstü… kapı kolunda asılı duruyordu.
Meğer tuvaletten çıkarken pijamasının cebi kapı koluna takılmış. Babam da "biri beni tuttu!" sanıp korkudan kendini ileriye atmış. Pijama üstü yırtılıp kapıda kalmış, kendisi de can havliyle kaçmış…
Bu anıyı ne zaman hatırlasak, gözümüzden yaş gelirdi gülmekten… Rahmetli babam da her daim “benim yerimde kim olsa korkardı. Hatta altına bile yapardı” diyerek kendini savunurdu.
Düşünüyorum da o yıllar korkularımız bile ne kadar masum ve ne kadar güzelmiş. O zamanlar bir kapı kolu bizi deliye döndürür, ama ertesi gün tüm aileye neşe saçarmış. Şimdi dönüp bakınca diyorum ki: Ne güzel korkarmışız ne tatlı cahilliğimiz varmış…