Engin Çakır

Kara Delikler ve Fikirlerin Yolculuğu

Engin Çakır

Fizik, yalnızca laboratuvarlarda formüllerle sınırlı bir bilim değildir. Aksine hem yaşadığımız gerçek dünyayı hem de düşünsel evrenimizi anlamamıza yardımcı olan bir anahtardır. Einstein’ın genel görelilik kuramı, kütlenin uzay-zamanı nasıl büktüğünü açıklar. Ancak bu kuram, yalnızca galaksilerdeki dev cisimler için değil, insan zihnindeki fikirler için de geçerlidir. Bir yıldız, kütlesini yitirdiğinde enerjisini merkezine çeker ve sonunda bir kara deliğe dönüşür. Işığın bile kaçamadığı bu yapılar, evrenin en gizemli varlıklarındandır. Ama belki de daha derin bir anlam taşırlar: Sönmüş fikirleri simgelerler.

Çünkü insan zihni de evren gibi genişler, kıvrılır ve bazen çöker. Yıllarca inşa edilen düşünce kalıpları, üretkenliğini yitirdiğinde tıpkı bir yıldız gibi sönmeye başlar. Ve bu çöküş pasif bir unutuluş değildir; adeta bir kara delik gibi davranır: Yeni doğan, taze fikirleri içine çeker ve onları karanlık bir durağanlığa hapseder. Bu nedenle zihinsel kara deliklere karşı dikkatli olmalıyız. Her “bu böyledir” ifadesi, her “zaten denedik” yaklaşımı bir çekim kuvveti barındırır.

Tıpkı kara delikler gibi, “benim dediğim doğrudur” diyen düşünceler de etraflarına görünmez bir baskı alanı yayar. Bu mutlaklık iddiası, yalnızca başka fikirlerin değil, merakın ve öğrenmenin de yönünü saptırır. Oysa fikirler, doğruluğunu tekrar eden değil, sınanmaktan çekinmeyen yapılarla gelişir. Kesinlik, çoğu zaman düşünsel tembelliğin makyajlı hâlidir; zihin, sorgulamak yerine savunmaya geçer. Böylece eski fikrin etrafında dönen durgun bir evren oluşur; ışık bile çıkamaz, çünkü çıkmasına izin verilmez.

Ama yeni düşünceler, tam da bu karanlığın kenarında doğar. Ve onları susturmak, aslında geleceği susturmaktır. Köhnemiş fikirler, delik bir şemsiyeye benzer: Tutarsın ama ıslanırsın; sonra da “Eskiden yağmur daha az ıslatırdı!” dersin. Değişime direnenler, aslında değişimin kendisinden değil, “bilgisayarın açma tuşunu bulamamaktan” korkarlar.

Bir de sürekli “Bizim zamanımızda…” diye başlayanlar vardır. Onlar için zaman çoktan durmuştur. Hâlâ faksla mektup atmaya çalışan bir zihniyet, WhatsApp’ı tehdit sayar ama 3310’la yılan oynayarak teknolojiye meydan okur. Geleceği kontrol edememek bu zihinlerde kaygı yaratır. “Ya kötüye giderse?” korkusu, yeni düşünceleri çekip içine alır.

Toplumumuzda “dediler” diye başlayan anlatılar, çoğunlukla sorgulanmadan kabul edilmiştir. Ancak İbn Haldun’un tarih anlayışı bu yaklaşımı reddeder. Ona göre, bir anlatıcı ne kadar güvenilir görünse de aktardığı bilginin yanlış olabileceği ihtimali hep göz önünde bulundurulmalıdır. Bu yüzden İbn Haldun, hakikate ulaşmak için bilimsel ve eleştirel yöntemler geliştirir.

Sorgulanmadan kabul edilen “dediler” anlatıları zamanla birer kara deliğe dönüşebilir; gerçeği yutar, hakikatin üzerini örter. Ama çözüm de yine fizikte saklıdır: Kara deliklerin çevresinde bir geçiş, kurtuluş alanı vardır; buna olay ufku denir. Fikirlerin sonsuzluğa hapsolmadan önce kurtulabileceği, ışığın yeniden doğabileceği bu alan, eleştirel düşüncenin ve sorgulayıcı zihnin sembolüdür. İşte bu olay ufku, İbn Haldun’un yöntemidir.

Bu yüzden fikirleri de tıpkı evrene bakar gibi incelemeliyiz: Merakla, dikkatle ve saygıyla. Sönmüş fikirlerin ağırlığını taşırken, genç düşüncelerin kendi yollarını çizebileceği alanlar yaratmalıyız. Çünkü fikirler de yıldızlar gibidir: Doğarlar, parlarlar, sönerler… Ama bazıları, geride evreni değiştirecek kadar güçlü bir ışık bırakırlar.

Yazarın Diğer Yazıları