Engin Çakır

Ne Zaman Hayvan Oluruz?

Engin Çakır

Bazen kendimize şunu sormak zorunda kalıyoruz: Ne zaman hayvan oluruz? İçgüdülerimize yenildiğimizde mi, öfkeyle hareket ettiğimizde mi, yoksa başka insanları “insan” olarak görmeyi bıraktığımızda mı?

1761’de Fransız köle gemisi L’Utile Hint Okyanusu’nda kayalıklara çarpıp battığında bu sorunun cevabı acı bir şekilde ortaya çıktı. Gemide yaklaşık 160 köle vardı; çoğu kadın ve çocuk. Mürettebat aceleyle bir kayık yapıp adadan ayrılırken “döneceğiz” dediler. Dönmediler.

Tromelin Adası ise ada bile sayılmayacak kadar küçücük bir kum parçasıydı: Ne ağaç vardı ne gölge ne tatlı su. Sadece kavurucu güneş, tuzlu rüzgâr ve çaresizlik. 160 insan bu koşullarda 15 yıl hayatta kalmaya çalıştı. Gemi enkazından barınak yaptılar, kuş yumurtaları topladılar, kaplumbağa avladılar. Açlık, susuzluk, hastalık… Yine de yaşadılar.

Bir gün bir gemi göründüğünde adada yalnızca yedi kadın ve bir çocuk hayattaydı. O çocuk bu cehennem koşullarında, adanın ortasında doğmuştu. Burada insan ister istemez düşünüyor: Böyle bir yerde bir çocuk nasıl dünyaya gelmişti?

Belki cevap basit. Çünkü cinsellik, aklın değil içgüdünün dilidir. Açlık, susuzluk, ölüm korkusu bile bazen bu dürtünün önüne geçemez. Freud’un libido dediği şey yalnızca bedensel bir arzu değil; yaşamı sürdürme içgüdüsünün en ham hâlidir. Bastırılsa bile arka planda çalışır, fırsat bulduğunda aklın kurduğu engelleri aşar. Tromelin’in umutsuz kumlarında bile beden “şimdi değil” diyen mantığı susturabilir.

Ama mesele yalnızca içgüdüler değildir. İnsan bazen zayıf düşebilir, hayvani yanımız zaman zaman baskın çıkabilir. Asıl hayvanlık, mürettebatın yaptığı gibi, başka insanları insan yerine koymamaktır. Onları ölüme terk etmektir. İşte insanlık orada biter.

Tromelin’de doğan o çocuk ise hâlâ bize bir şey fısıldar:

“İnsanı hayvandan ayıran içgüdüleri değil, birbirimize reva gördüklerimizdir”

Yazarın Diğer Yazıları