Bugün biraz yerel ağızla konuşalım, çünkü mesele hepimizi ilgilendiriyor. Geçtiğimiz günlerde minicik ama anlamlı bir haber düştü teknoloji dünyasına.
“10 Temmuz 2025’te Dünya, 1.36 milisaniye daha hızlı döndü.”
Dikkatinizi çekerim. Milisaniye. Bir göz kırpmasından kısa. Ama bunu ölçenler var. Nasıl mı? Atom saatleri, yapay zekâ algoritmaları, uydular, yerçekimi dalgası sensörleriyle…
Biz hâlâ zamanı doğru dürüst ölçmeyi bile tam becerememişken, onlar saliselerin peşinde.
Dünya hızlanıyor. Bilim, teknoloji, yapay zekâ, uzay planları…
Ve biz? Hâlâ TikTok’larda vakit harcıyoruz.
Onlar koloni kuruyor, biz tartışıyoruz. Onlar birleşiyor, biz bölünüyoruz.
Ama itiraf edelim, en sevdiğimiz alana geldik: “Tepki.”
Bu söylediklerim yalnızca bir iktidar meselesi değil; bizatihi bir toplum alışkanlığına, zihniyet yapımıza dair.
Reflekslerimiz oldukça gelişmiş. Bir gelişme olduğunda hemen: “Kahrolsun İsrail!”
Evet, yaptığı zulüm karşısında elbette kahrolsun. Ama sonra eve dönüp internette “İsrail malı mı?” diye arama yapıyoruz, iPhone’dan…
Hani şu elimizden düşürmediğimiz iPhone’dan. Hani “kahrolsun” dediğimiz yapının ortağı olan şirketin ürünü olan iPhone’dan.
Çelişki mi? Evet.
Biliyor muyuz? Biliyoruz.
Devam ediyor muyuz? Kesinlikle.
Çünkü refleks kolay, tutarlılık zor.
Ama asıl mesele tepkiden öteye geçememek.
Bu arada, tam da bu hâlimizi anlatan güzel bir hikâye var. İzin verin, anlatayım:
Kurbağa ve Karınca’nın hikayesini…
Karıncalar çok çalışkan, düzenli, geleceği düşünen tipler. Yaz boyu çalışır, kışa hazırlanırlar.
Kurbağa ise tam bir “günü gününe yaşama” sevdalısı. Yazın köprünün altında serinler, kızların bacaklarına bakar, “vak vak” diye şarkılar söyler. Kış gelir. Kurbağanın hâli perişan… aç, üşümüş, zayıf… Gider karıncaya.
– Karınca kardeş, acıktım. Bana biraz bir şey verir misin?
Karınca istifini bozmadan cevaplar:
– Niye oğlum? Ben yazın çalışiken sen köprünün altından kızlara bakıp “vak vak” diyidin. Vermim…
Bu sözleri duyan kurbağa kızarak cevap verir:
– Vermisin, vermisin niye eski günlerimi hatırlatisin oğlum? Yine de vak vak ulan!
İşte biz de biraz böyleyiz. Yazı boş geçiriyoruz, kışı düşünmüyoruz.
Dünya dönüyor, hem de hızlanarak… Ama biz hâlâ köprünün altındayız.
Belki de artık hep birlikte kendimize şu soruyu sormalıyız:
Planlıyor muyuz?
Üretiyor muyuz?
Düşünüyor muyuz?
Yoksa sadece konuşuyor muyuz?
Çünkü bu hızla gidersek, sadece Dünya değil, çağ da arkamızda kalmaz; bizi ezer geçer.
Ama biliyorum...
Son satırı okuduktan sonra yine şöyle diyeceksiniz:
“Yine de vak vak ulan!”