İnsan vücudunun belli amaçlar doğrultusunda eğitilme düşüncesi, insanlığın yeryüzündeki bilinen tarihi kadar eskidir.
Toplumlar, hayat sürdürdükleri coğrafyanın iklimi, tabiat şekilleri, dinsel inançları gibi çeşitli etmenlerden etkilenerek uygulanan spor türlerinin çeşitliliğine ve yaygınlığına yön vermişlerdi. Bedenin eğitilmesi, hayat şartlarının bir sonucu ve coğrafyanın ön gördüğü bir durumdu.
Göçebe toplumlarda, sivil mesleklerle askeri meslekler birbirinden ayrılmış değildi. Askerliğe özel bir meslek gözüyle bakılmaz, toplumu oluşturan her birey aynı zamanda bir savaşçıydı.
Savaşların bedensel güce dayandığı erken dönemde, göçebe toplulukların zihinlerini ve bedenlerini savaşa hazırlamak amacıyla yaptıkları faaliyetler spor kültürünün gelişmesine de zemin hazırlamıştı.
Savaşçı bir perspektife sahip olan ve zor bozkır koşullarında mücadele eden erken dönem Türklerin spor faaliyetlerinde son derece gelişmiş olması da doǧal bir konuydu.
Türklerde savaşmak aynı zamanda bir spordu.
Türk denilince akla gelen cengaverlik, askerlik ve fatihliktir.
Türklerde düzenli olarak ordu kurma faaliyeti Metehan zamanında gerçekleşmişti. Barışı amaçlayan ve barışa hizmet eden spor, zaten Türklerde başlangıçtan beri vardı.
Vücut kültürü alanında başarılarıyla belirginleşen savaşçı Alp grupları, bir araya gelerek orduyu meydana getirmişti.
Bozkırın atlı halklarının oluşturduğu bozkır usulü savaşın ilkel tören ve ayinleri çarpışmalardan önce çatışmalar da belirginleşmiş savaşçı Alplerin gösterisi haline gelmişti.
Savaşların salt beden gücüne endeksli olduğu dönemlerde, spor etkinlikleri savaşa hazırlık etkinlikleri olarak görülmekteydi. Bu bağlamda Türkler, savaşa yönelik işlevleri olan sporları yapmışlardı.
Savaşçı bir toplum olduklarından dolayı Türk kültüründe güreş sporu önemli bir yere sahipti. Bu sporun Orta Asya’dan çok Anadolu’daki Türklerde popüler olduğu görülmekte, bu da Türk spor kültürünün savaşçı ve akıncı kimlikle yoğurulduğuna kanıttı.
Türklerde ritüelik anlamda sportif aktivitelerinde varlığı görülmekte, kılıç karşılaşmaları en çok kabul görüleniydi.
Birçok yabancı silahşörlerin gelip Türklerden kılıç kullanmasını öğrendiklerini tarihi belgeler de doğrulamadır.
Türklerde hasmını uzaktan ok yağmuruna tutmak da, Türkler için çoğu kez savaşın kendisiydi.
Hunların kullandıkları ıslıklı oklar düşmanlarını dehşete düşürürdü. At üzerinde her yöne isabetli ok atabilirlerdi.
Tarihçi N. Khoniates (1995) bu konuda, Türklerin savaş taktiklerini şöyle belirtmektedir: “Bunlar bir eşkıya çetesi gibi durmadan Romalıları baskına uğratıyorlardı. İş sık sık açık savaşa dökülüyor ve her seferinde bunlar ordumuzu bozuyorlardı. Türkler, atlarının süratine güvenerek yoğun bir bulut gibi ansızın Romalıların üzerine çöküyor ve Romalılar daha mızraklarını kullanmadan rüzgar gibi ortadan kayboluyordu”.
Türklerde çocuk yetiştirilmesi de toplumun yaşam biçimlerine göre kurulmuştu. Çocuklara küçük yaştan itibaren güreş, binicilik, avcılık ve savaşçılık öğretilirdi. Tahtadan kılıç kullanma ve at binme gibi bir antrenman yapısı, çocuğun büyümesi ve olgunlaşmasına sebep olurdu.
Bu tür faaliyetlerinin eğlendirici bir yapıda olmasına dikkat edilirdi. Çocuklar büyüdükçe ava çıkarılır, daha sonra yay kullanacak döneme geldiği zaman da savaşlara iştirak ettirilirdi.
Tarihsel süreçte savaş ve spor aktivitelerini erkekli ve kadınlı yapmışlardı. Kadınların da okçuluk, güreş, binicilik, ayak topuğu gibi aktivitelerde gelişkin bir performansa sahipti.
Zaman içerisinde Türklerin İslam dinini kabul etmeleri ve farklı bölgelere göç etmeleri her alanda olduǧu gibi spor alanında da birçok dönüşüm yaşandı.
İslamiyet’ten önce Türklerde daha fazla savaşçı ve bozkırla mücadeleye dayalı spor aktiviteleri varken, sonra bu aktivitelerde dini unsurlarda barındırmaya başlamıştı. Böylece insanların ilkel olandan gelişmişe, saf fiziksel kuvvetten bilgi ve zekaya dayanan bir güce doğru evrildi.
Görüşmek dileğiyle