İhsan Tarakçı

Azizgrad: Vitrindeki Çöküş

İhsan Tarakçı

Azizgrad, ismiyle yüceliği, içeriğiyle çürümüşlüğü çağrıştıran hayali bir şehir…


Azizgrad, adını taşıdığı yücelikle değil, içine gömüldüğü sessizlikle anılıyor artık…

Dışarıdan bakıldığında hükümet destekli projelerle gelişen bir kent…


İçeride ise ağır bir durağanlık ve içten içe çöküş hâkim.


Azizgrad’da her şey yolundaymış gibi görünüyor…


Ama sadece görünüyor.

“Hakikati öldüren şey, yalan değil; sonsuz tekrar ve görselliğin anlamsızlığıdır.”
                                                                                         (Jean Baudrillard)

Şehir, dışarıdan modern bir yüzle gülümsese de içinde çürümeye başlamış bir yapının sessizliğini taşıyor.


Bu sessizlik, korkudan değil sadece — alışkanlıktan, çıkarcılıktan ve en çok da anlamsızlığın normalleşmesinden kaynaklanıyor.

Kentin en önemli makamlarındaki isimler, merkezi hükümetin seçtiği sadık memurlar…


Koltuklarına liyakatle değil, sadakatle oturmuşlar...


Karar almakta zorlanıyor, inisiyatif kullanmaktan kaçınıyorlar...

Bu, iktidarın panoptik doğasıdır:


Kameraların olması gerekmez; birey, gözlenip gözlenmediğini bilmeden, gözlendiği varsayımıyla kendini sansürlemeye başlar.


Azizgrad’da tüm yetkililer, kendi iç denetim mekanizmalarına tutsaktır artık.

 

“Bedenler değil, zihinler itaatkâr hâle getirilmiştir.”
                                                            (Michel Foucault)

Şehrin basını, bağımsız çizgisinden sapmış…


Gazeteler, televizyon kanalları, hatta yerel radyolar bile belediyenin gelirlerine bağımlı hale gelmiş...


Bu bağımlılık, eleştirel seslerin kesilmesine, gerçek haberin yerini propaganda metinlerinin almasına yol açmış…


Gazeteler, soru sormayı bırakmış, kutlamaları ve açılış törenlerini haberleştirmekle yetinir olmuş…

 

“Modern çağda özgürlük, ekranlardaki gürültüyle maskelenmiş bir tür esarettir.”
                                                                                     (Theodor Adorno)

Azizgrad Belediyesi, sözde altyapı projelerine dünyanın yatırımını yapmış…


Bağımlı basın “Avrupa standartlarında” kanalizasyon hatlarından, “akıllı” su yönetim sistemlerinden drenaj çözümlerinden bahsetmiş…


Öyle ki, her sağanak yağmurda cadde ve sokaklar sele teslim oluyor, kaldırımlar taşkın altında kalıyor, alt geçitler göle dönüşüyor…

 

Basın “altyapı”yı değil, aniden bastıran misket büyüklüğündeki doluyu suçluyor…

 

Kentin merkezinde, haftada birkaç kez sular kesiliyor.


Basın asfalt seferberliğinden bahsediyor…

 

“Gerçeği gizlemenin en etkili yolu, gürültüyle dikkat dağıtmaktır.”
                                                                               (Umberto Eco)

Mahalle muhtarları da sistemin parçası hâline getirilmiş…

 


Sorunları dile getirmiyorlar; temsil değil, tebliğ ediyorlar.


Yani iktidarın sözcülüğünü yapıyorlar.

 

Azizgrad halkı büyük ölçüde yoksul, eğitimsiz, suskun…


Kadercilikle yoğrulmuş bir nüfustan oluşuyor.


Bu insanlar için “devlet ne derse doğrudur” hâlâ geçerli.


Çünkü başka bir yol bilmiyorlar.


Bilmek de istemiyorlar. Dünyanın merkezini Azizgrad sanıyorlar…

 

“Kölelik, zincirin ağırlığında değil; zincirsiz yaşayabileceğini düşünememektedir.”
                                                                                                      (Nietzsche)

Ortaya sunulan suni başarı, sadece algıya değil; cehalete de dayanıyor.

Çünkü bilmeyen sormaz.


Sormayan itaat eder.


Ve itaat eden sustuğu sürece, Azizgrad büyür gibi görünür — çürürken bile.

 

“İnsanlar anlamın yokluğuna alıştığında, sistem ne kadar çürük olursa olsun yıkılmaz.”
                                                                                              (Albert Camus)

Azizgrad artık bir yarım şehir:


Bir yanı gösterişli yapılar, diğer yanı çamur ve çürük beton.


Azizgrad’ın sokaklarında umut yok, sorgulama yok, sadece alışkanlık var.

Şehir, gösterişli bir vitrin gibi…


Arkası boş, önü parlak.

 

Yazarın Diğer Yazıları