İhsan Tarakçı

Sessiz Bir Işık: Arif Çakmak'ın Ardından

İhsan Tarakçı

Bazı insanlar, yaşamları boyunca sadece bir görev üstlenmezler; aynı zamanda bir karakter, bir duruş, bir sıcaklık taşırlar. Şöhret peşinde koşmaz, isimlerini yüksek sesle duyurmazlar. Ama onların yaptığı işler, yüzlerce, belki binlerce insanın hayatına dokunur. Arif Bey tam da böyle bir insandı. Şehrin sanatını, kültürünü, edebiyatını, köyünü, köylüsünü, dağını yaylasını, insanlarını -özellikle de hiç kimse tarafından bilinmeyen ama büyük hikâyeler taşıyan insanlarını- anlatmayı kendine görev edinmişti. Öne çıkmayı değil, başkalarını öne çıkarmayı seçmişti.

Onun bakışlarında herkes kendi hikâyesini görürdü. Bir gariban için yol arkadaşıydı, bir kültür insanı için sohbetin derinliği… Yalnızca televizyon ekranında değil, bulunduğu her yerde kendine özgü bir samimiyet taşırdı. Bazen uzun bir sohbetin içinde, bazen kısa bir selamda… insanlara değerli olduklarını hissettiren nadir bir insan…

Arif Bey, bu insani özelliklerini iş hayatına da yansıtmıştı. Çalışanlarına sadece bir yönetici gibi değil, bir ağabey gibi yaklaşırdı. Onun ofisinde özgürlük vardı, fikirler serbestçe dolaşır, herkes kendini ifade etmekten çekinmezdi. Bir işletmenin gerçek anlamda özgür olup olmadığını görmek istiyorsanız, orada insanların ne kadar rahat düşündüğüne bakmanız yeterli… Arif Bey’in çalışma ortamı işte tam olarak böyleydi.

Ekran karşısında, programlarında cesurca sorular sorar, konuklarına alışılmışın dışında, herkesin merak ettiği ama kimsenin sormadığı soruları yöneltirdi. Gerçeğin peşinde olmak onun için bir prensipti, bir zorunluluk değil. Hakikatin gölgede kalmasına müsaade etmezdi. Konu ne olursa olsun, çekinmeden doğruları konuşurdu.

Ve sonra, bir gün herkesin bildiği ama kimsenin tam anlamıyla sahip çıkamadığı bir gerçek gerçekleşti: ölüm. 

Sosyal medyada ölüm haberi hızla yayılmıştı. Bir gün önce “Büyük kayıp” yazan parmaklar, bir gün sonra kahve fincanı ve gün batımı fotoğraflarına dönmüştü. Duyguların tüketildiği, yasın bile hızla akıp gittiği bir dünyada, bir insanın hayatı birkaç saatlik üzülmeyle geçiştiriliyordu. Oysa Arif Bey, bir “gündem” değil, bir değerdi… Birkaç saatlik başsağlığı mesajlarıyla unutulacak biri değil, her zaman hatırlanması gereken bir şahsiyetti… 

Arif Bey’in cenazesinde, ön saflar yine protokole ayrılmıştı. Oysaki namazda saf tutmanın ulvi amacı her türlü dünyevi etiketleri dışarda bırakıp eşitlik ilkesiyle Tanrı’nın huzuruna çıkmak olmalıydı. Ama bu da olmadı… Onun sıcak sohbetlerine ortak olmuş insanlar, arka sıralardan göz yaşı dökmüş, sessizce vedalarını fısıldamışlardı. 

Şimdi, artık o sesi ekranlarda duyamayacağız. Ama bıraktığı miras, özenle inşa ettiği samimiyet ve cesaretle dile getirdiği doğrular, her zaman yaşamaya devam edecek. Dokunduğu hayatlar, var ettiği güzellikler, onu her daim yaşatacak. Belki bir belgeselin satır aralarında, belki de sadece bir dostun hatırasında…

Arif Bey, sessiz ama güçlü bir ışık gibi geçti bu dünyadan. Ama o ışık hiçbir zaman tamamen sönmeyecek. Çünkü bir insan, yalnızca beden olarak değil, bıraktığı izlerle yaşar. Ve sen, çok güçlü izler bıraktın…

Huzur içinde yat.

Yazarın Diğer Yazıları