Prof. Dr. Mehmet Çavaş

Eşitlikten Refaha Adaletin Etkisi

Prof. Dr. Mehmet Çavaş

Adalet, her bireyin haklarının eşit ve dürüst bir şekilde korunmasını sağlayarak haksızlıkları ve ayrımcılığı ortadan kaldıran, toplumda denge ve düzenin teminatı olan ilkeler bütünüdür. Ancak adalet olgusunun, toplumların kültürel değerleri, tarihi geçmişi, inançları, dini öğretileri ve ekonomik yapısı gibi birçok faktöre bağlı olarak zamanla yozlaştığı da bilinmektedir. İnsanın insanca yaşayabilmesi için herkesin ihtiyaç duyduğu adalet, ne yazık ki tarih boyunca pekte sağlanamamıştır. Bunun temel nedeni, toplumların ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi yapılarının yozlaşması ile birlikte kişisel hırs ve menfaatlerin ön plana çıkmasıdır. Tarihin her döneminde kurulan çarpık sistemler, toplumun bazı kesimlerini güçlendirirken diğer kesimlerini ötekileştirmiştir. Bu durumun neden olduğu güç ve fırsat eşitsizliği, adaletsizliği körükleyerek zulmün artmasına yol açmış ve ne yazık ki zulümle abad  olunduğu için akıbet berbat olmuştur. Ancak bu girdaptan kurtulup adaleti tesis eden toplumlarda, her sosyal sınıf eşit haklara ve fırsatlara sahip olmuş, refah düzeyi artmış, toplumsal barış ve huzur önemli ölçüde tesis edilmiştir. Bu yapıyı oluşturan temel unsurlar, adaletin sosyal, ekonomik ve hukuki boyutlarıdır. Hukuki boyutu ile bireysel hak ve özgürlükler güvence altına alınırken, sosyal boyutu ile eğitim, sağlık gibi alanlarda fırsat eşitliği, ekonomik boyutu ile de gelir ve servet dağılımındaki eşitsizlikler ortadan kaldırılarak paylaşımda adalet sağlanmıştır. Bu şekilde tesis edilen adalet, bireyler arasındaki güven ilişkisini güçlendirmiş, sosyal çatışmaları ortadan kaldırarak toplumda aidiyet duygusunu güçlendirmiştir. Yapılan araştırmalar, adaletin tesis edildiği ülkelerde toplumsal huzur endeksinin, adaletsizliğin etkili olduğu ülkelere göre %35 daha yüksek olduğunu göstermektedir. Tarihte, özellikle Roma, Osmanlı İmparatorluğu gibi uzun ömürlü devletlerin yapısı incelendiğinde, devlet sisteminin adalet temeli üzerine oturtulduğu ve bu temelin sarsılmaya başlaması ile birlikte devletlerin çöküş sürecine girdiği görülmektedir. Bu durum, adaletin devletler için var olma veya yok olma arasındaki dengenin en önemli unsuru olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Ayrıca bir ülkede adaletin sağlanması, bireylerin sahip oldukları potansiyellerini ülkenin gelişim ve değişimine katkıda bulunarak üretime dönüştürmelerine imkân vermekte ve devletin daha güçlü bir şekilde varlığını sürdürmesine olanak sağlamaktadır. Bütün bunlar ile birlikte adalet, bireylerin ruhsal, fiziksel ve psikolojik sağlığını da doğrudan etkileyerek sağlıklı bir toplumun oluşmasında önemli bir rol oynamaktadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı araştırmalara göre, adaletin güçlü olduğu toplumlarda bireylerin psikolojik sağlıklarının %40 daha yüksek olduğunu göstermektedir. Ayrıca adalet, bireylerin sosyal hareketliliğini teşvik ederek, herkesin eğitim ve iş imkânlarına erişimini sağlamakta ve bu sayede bireylerin toplumsal statülerini değiştirmelerine imkan tanımaktadır. OECD raporuna göre, adaletin güçlü olduğu ülkelerde, düşük gelir grubuna mensup bireylerin yüksek eğitim alabilme oranı %50 daha fazla olduğunu ortaya koymuş ve bu durumun toplumun genel refah düzeyini artırdığını göstermiştir. Adaletin yukarıda ifade edilen olumlu etkilerinin örneklerini çoğaltmak mümkündür. Adaletin sağlanamadığı toplumlarda toplumsal huzursuzluk, güvensizlik, kutuplaşma ve sosyal çatışmalar kaçınılmaz hale gelmektedir. Bu durum, sosyal yapının zayıflamasına ve toplumsal bağların kopmasına neden olurken, gelir dağılımındaki adaletsizlik, hem tüketim harcamalarını ve ekonomik büyümeyi olumsuz etkilemekte hem de insanları yokluk ve açlık sınırı altında yaşamaya mahkûm etmektedir. IMF raporuna göre, gelir dağılımında adaletsizliğin olduğu ülkelerin ekonomik büyüme oranlarının, diğer ülkelere göre %40 daha düşük olduğunu ortaya koymaktadır. Bütün bunlar ile birlikte, adaletsizliğe uğrayan bireylerin stres, kaygı ve depresyon gibi ciddi psikolojik rahatsızlıklar yaşadığı da bilinmektedir. Yapılan bir anket, adaletsizliğe maruz kalan bireylerin %70'inin psikolojik sorunlar yaşadığını göstermektedir. Bununla birlikte adaletsizlik, sosyal sınıflar arasındaki ayrışmayı her geçen gün artırmakta ve alt sınıflardaki insanların daha çok mağdur olmalarına neden olmaktadır. UNICEF raporuna göre, düşük gelir grubuna mensup çocukların, yüksek gelir grubuna mensup çocuklara göre kaliteli eğitim alma oranının %60 daha düşük olduğunu ve bu durumun, nesiller arası eşitsizliğin devam etmesine yol açtığını göstermektedir. Bütün bunlar dikkate alındığında adaletin sağlanması toplumsal açıdan hayati önem arz etmektedir. Öncelikle eğitim sistemi adil ve erişilebilir hale getirilerek eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı ve hukuk herkes için eşit uygulanarak ayrımcılık ortadan kaldırılmalıdır. Yargıç, kararını verirken mevcut iktidarın veya belirli bir zümrenin emellerine göre değil, hukukun üstünlüğüne ve vicdanının sesine kulak vererek toplumun vicdanını rahatlatacak kararlara imza atmalıdır. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ortadan kaldırılarak paylaşımda adalet sağlanmalıdır. Gelecek nesillere daha adil bir dünya bırakmak için, adaletin merkezde yer aldığı bir anlayış ile adaleti sağlayacak kurumsal yapılar oluşturulmalıdır. Hz. Ali'nin ifade ettiği gibi, “Devletin dini adalettir.” Unutulmamalıdır ki, adaletin eksik olduğu bir toplumda barış, huzur ve mutluluk sağlanamaz, geleceğe dair umutlar yeşeremez. Bu nedenle, umutsuz bir toplumun yarını karanlık, geleceği ise belirsizdir…

Yazarın Diğer Yazıları