Siyasetin temel amacı; toplumsal düzeni sağlamak, bireylerin hak ve özgürlüklerini korumak, ekonomik, sosyal ve kültürel alanlarda etkili politikalar geliştirmek, toplumun refahı için paylaşımda, yargıda ve yönetimde adaleti tesis ederek herkesin insanca yaşayabileceği yaşam standartlarını oluşturmaktır. Bu kapsamda, belirli bir ideoloji doğrultusunda örgütlenerek halkın desteğini kazanmayı ve seçimler yoluyla iktidara gelmeyi amaçlayan siyasi partiler, halkın iradesini temsil ederek kamu politikalarını belirlemektedir. Bu yüzden bir toplumun siyasi tercihi, toplumun akıl yürütme biçimini, birlikte yaşama kültürünü ve ortak geleceğe duyduğu güveni yansıtmaktadır. Ne yazık ki son dönemlerde bazı siyasi liderlerin, kişisel hırs ve siyasi ikballeri uğruna ortaya koydukları eylem ve söylemleri siyaseti, fikirler, projeler ve hizmet yarışı alanından çıkarıp taraftarların çatışma alanına dönüştürmektedir. Bu durum, seçmenleri rasyonel düşünceden uzaklaştırarak duygusal ve fanatik bir bağlılığa sürüklemekte, ortaya çıkan tablo, tartışmaların içeriğinden çok tarafların kim olduğunu ön plana çıkararak toplumsal kutuplaşmayı derinleştirmektedir. Bu yaklaşım hem eleştirel düşünceyi, hoşgörüyü ve farklı görüşlere tahammülü ortadan kaldırmakta hem de toplumu “biz” ve “onlar” şeklinde keskin biçimde ayrıştırmaktadır. Bu ayrışma, siyasetçilere sorgulanmadan kabul edilen bir alan yaratmakta, onları hesap verebilirlikten uzaklaştırmakta, toplumun gerçek sorunlarına çözüm üretmek yerine sloganik söylemler üzerinden elde ettikleri avantajı iktidarlarını pekiştirmek ve saltanatlarını sürdürmek için kullanmaktadırlar. Ayrıca, yapay gündemler ve oluşturulan algılar ile gerçekler örtbas edilmekte ve toplumun dikkati farklı alanlara çekilmektedir. Bu nedenle çoğu siyasi aktör, siyasal fanatizmi bilinçli bir şekilde körüklemekte ve bunu bir strateji olarak kullanmaktadır. Özellikle cehaletin etkin olduğu toplumlarda, takım tutar gibi parti tutan fanatik destekçilerin her şartta partilerini koşulsuz desteklemeleri ise işleri kolaylaştırmaktadır. Her toplumda var olan siyasal fanatizmi tetikleyen unsurlar; kimlik ve aidiyet duygusu, toplumu ayrıştırıcı söylemler, liderlerin karizmatik yapısı, toplumsal cehalet, medya manipülasyonları, ekonomik ve sosyal belirsizlikler, hukuksuzluk gibi birçok faktördür. Özellikle bireylerin kendilerini belirli bir gruba veya siyasi oluşuma ait hissetme ihtiyacı, siyasal fanatizmi tetikleyen önemli bir unsurdur. 2023 yılında Harvard Üniversitesi’nde yapılan bir araştırma, otoriter ailelerde yetişen bireylerin siyasal fanatizme daha yatkın olduğunu göstermektedir. Aile yapısıyla birlikte, eğitim seviyesi ve bilinç düzeyi de siyasal fanatizme zemin hazırlayan önemli unsurlardır. Çünkü araştırma, sorgulama ve eleştirel düşünme becerisi gelişmeyen bireylerin farklı görüşlere kapalı hâle geldikleri ve radikal ideolojilere daha kolay yönelerek fanatikleştiklerini ortaya koymaktadır. Ekonomik krizler ve belirsizlikler de bireyleri siyasal fanatizme yönlendirmektedir. Örneğin, 2008 yılında ortaya çıkan ekonomik krizden sonra Avrupa’da aşırı sağ ve sol partilerin güçlenmesi, bu tür dönemlerde radikal ideolojilerin yükseldiğini göstermektedir. Ayrıca MIT tarafından 2022 yılında yapılan bir araştırma, dezenformasyonun doğru haberlere göre %70 daha hızlı yayıldığını ortaya koymaktadır. Bu durum, fanatik düşüncelerin yayılmasını hızlandırarak toplumsal ayrışma ve gerilimi tırmandırmakta, toplumsal barışı ve huzuru bozarak farklı gruplar arasındaki çatışmaları tetiklemektedir. Pew Research Center tarafından 2020 yılında yapılan bir araştırma ise siyasal kutuplaşmanın yüksek olduğu ülkelerde toplumsal güvenin düştüğünü ve farklı gruplar arasındaki iş birliğinin azaldığını ortaya koymaktadır. Bu durum hem toplumsal dayanışmayı zayıflatmakta hem de sosyal uyum ve istikrarı tehlikeye atmaktadır. Sonuç olarak, siyasal fanatizm toplumsal açıdan ciddi riskler içermektedir. Bu riskleri ortadan kaldırmak, daha iyi bir gelecek açısından önemlidir. Bunun için öncelikle eğitim sisteminde bireylerin araştırma, sorgulama ve eleştirel düşünme becerilerini geliştirecek ve medya okuryazarlığını sağlayacak derslerin müfredat programlarına konulması, toplumun ise manipülasyonlara karşı bilinçlendirilerek daha dirençli hâle getirilmesi gerekmektedir. Hukukun üstünlüğü korunarak yargı bağımsızlığı sağlanmalıdır. Toplumun farklı kesimlerinin bir araya gelerek diyalog kurabileceği ortak platformlar oluşturulmalı ve birlikte çalışma kültürü geliştirilmelidir. Medya kuruluşlarının tarafsız ve etik ilkelere bağlı, kamu yararını dikkate alan yayınlar yapmaları yasal zorunluluk hâline getirilmeli ve dezenformasyonla mücadelede gerekli yasal altyapılar oluşturulmalıdır. Siyasi liderler ve diğer aktörler, ötekileştirici fanatik söylemler yerine uzlaştırıcı, birleştirici ve hoşgörüyü esas alan söylemler üzerinden siyaset yapmalı, nezaketi ve zarafeti elden bırakmamalıdır. Aksi takdirde, geçmişte olduğu gibi bugünde siyasal fanatizmin oluşturduğu şartsız itaat, hakikatlerin önüne geçerek yanlış tercihlerin yapılmasına neden olmakta, bu durum ise toplumun demokratik değerleri üzerinde kalıcı tahribatlara yol açarak ülkenin gelişimi ve değişimi önünde büyük bir engel teşkil etmeye devam etmektedir…