İnsanlık tarihi boyunca her toplum için güvenlik en zaruri ihtiyaçlardan biri olmuştur. Bu bakımdan tarihi süreç incelendiğinde, her dönemde savunma ve saldırı silahlarının büyük önem arz ettiği, dönemin şartlarına uygun olarak kullanıldığı ve bu silahların sürekli geliştirilerek etkinliğinin artırıldığı görülmektedir. Aslında geçmişten bugüne saldırı ve savunma anlayışının pekte değişmediği, hatta gelişen teknolojinin savunma sanayinde kullanılmaya başlanmasıyla birlikte hem üretilen savunma sistemleri daha etkin hem de saldırı silahları daha yıkıcı hale getirilmiştir. Geliştirilen bu sistemlerin savaşların seyrini değiştirdiği ve çok daha büyük yıkımlara neden olduğu görülmektedir. Bugün küreselleşen dünyada ülkelerin ulusal güvenliklerini tehdit eden birçok farklı unsurun varlığı dikkate alındığında, her ülke için savunma sanayinin hayati öneme sahip olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Özellikle küresel güçler arasındaki güç ve çıkar mücadelesi ile birlikte, bilinçli ve sistematik bir şekilde oluşturulan güvenlik ikilemi, birçok ülkeyi silahlanma yarışına sokmuş ve her ülke savunma harcamaları için çok ciddi bütçeler ayırmak zorunda bırakılmıştır. Hal böyle olunca savunma sanayi ürünlerinin yerli ve milli olarak üretilmesi, her ülke için hem ekonomik katma değer hem de askeri, siyasi ve ulusal güvenlik açısından önemli avantajlar sağlamaktadır. Örneğin Kıbrıs’taki soydaşlarımıza Rum çetecilerin uyguladığı mezalim ve soykırım üzerine Türkiye 1963 yılında Kıbrıs Barış Hareketi yapmaya karar vermiş, fakat o gün savunma sanayi ürünleri başta ABD olmak üzere batılı ülkelerden alındığı için, bu ülkeler bize sattıkları silahları böyle bir harekâtta kullanamayacağımızı bildirmiş ve bu yüzden askeri harekât yapılamamıştır. Ne yazık ki 1974’e kadar devam eden bu süreçte binlerce soydaşımız Rumlar tarafından katledilmiş ve savunma sanayinde dışa bağımlı olmanın bedeli çok ağır bir şekilde ödenmiştir. Aynı şekilde 1990’lı yıllarda bize silah satan birçok ülke, aldığımız silahları doğu ve güneydoğuda terör ile mücadelede kullanamayacağımız şartıyla satışları onaylamıştır. Yine İsrail’den alınan Heron’ların terör ile mücadelede kullanılırken alınan anlık görüntülerin nerelere ve kimlere nasıl aktarıldığı da hepimizin malumudur. Bu birkaç örnek bile savunma sanayinde dışa bağımlı olmanın hem ekonomik hem de ulusal güvenlik açısından ne kadar riskli ve ağır sonuçlarının olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Bu gibi örnekleri çoğaltmak mümkündür. Kısaca, paranızla aldığınız bir silahı nerede, ne zaman ve nasıl kullanacağınızı bile satıcı ülkelerin belirlediği bir dünyada, yerli ve milli sanayinin önemini anlayamamak en hafif tabiri ile bir akıl tutulmasıdır. Özellikle Kıbrıs Hareketi ile edinilen acı tecrübeler dikkate alınarak 1970’lerden sonra, ülkemizde yerli ve milli savunma sanayinin geliştirilmesi için önemli adımlar atılmaya çalışılmış, ne yazık ki ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomik ve sosyal şartlar, emperyal güçler tarafından oluşturulan vesayet sistemi ve yabancı ülkelerin Türkiye’deki savunma sanayi ürünlerini pazarlayan distribütörlerin lobi faaliyetleri bu sürecin gelişimini engellemiş ve bu yüzden de önemli bir gelişme sağlanamamıştır. Fakat 2004 yılında toplanan Savunma Sanayi İcra Kurulunun Türkiye’nin ihtiyacı olan savunma sanayi ürünlerinin yerli ve milli imkânlar ile üretilmesi kararını almasıyla birlikte ortaya konulan siyasi irade bu süreci hızlandırmış ve o günden bugüne savunma sanayindeki gelişmelerde yerlilik oranı %20’lerden %80’lere çıkarılarak önemli projeler hayata geçirilmiştir. Bu gelişmeler ülkemize savunma sanayi alanında sınıf atlatırken, yerli ve milli imkânlar ile geliştirilen bu sistemler sayesinde başta terör ile mücadele olmak üzere Suriye’nin kuzeyine yapılan operasyonlarda, Libya’da, Azerbaycan-Ermenistan savaşında, Mavi Vatanda ve Pençe Kilit operasyonlarında çok ciddi başarılar elde edilmiştir. Özellikle Türkiye’nin geliştirdiği İHA, SİHA, radar sistemleri, akıllı mühimmatlar vb. birçok ürün dünyada savaş doktrinini değiştirmiş ve birçok ülke Türkiye’den bu ürünleri satın almak için adeta sıraya girmiştir. Bunlarla birlikte Milli Muharip uçağımız, Bayraktar Kızılelma, DİHA’lar, TCG Anadolu Amfibi gemisi vb. birçok projenin kısa sürede hayata geçirilecek olması da ayrıca takdire şayandır. Bütün engellemelere rağmen geliştirilen savunma sanayimiz, bir taraftan devletin savunma harcamalarını azaltırken diğer taraftan da yapılan ihracat ile ülkenin ekonomik büyümesine ciddi katkılar sağlamıştır. Bu süreçte savunma sanayinde faaliyet gösteren firma sayısı artmış, ana üretici ve yan katmanları ile birlikte kurulan ekosistem ciddi bir istihdam alanı oluşturarak işsizliği düşürmüştür. Daha da önemlisi savunma sanayinin ihtiyaç duyduğu teknolojik altyapı geliştirilmiş ve üretim sürecinin en önemli unsurları olan kalifiye teknisyenler, teknikerler ve mühendisler yetiştirilerek ülkemiz savunma sanayi alanında dışa bağımlılıktan kurtarılmıştır. Ayrıca üretilen ürünlerin askeri envantere girmesiyle birlikte, bu ürünlerin sahadaki performansları değerlendirilmiş ve kullanıcılardan gelen talepler doğrultusunda gerekli modifikasyonlar yapılarak ürünlerin etkinlikleri artırılmıştır. Bu durum, bir taraftan üretilen savunma sanayi ürünlerinin kalitesini ve performansını artırırken diğer taraftan da bu ürünlere olan talebi artırmıştır. Hal böyle olunca hem Türkiye’nin savunma sanayindeki ihracat oranı artmış hem de diğer birçok ülkenin sektördeki pazar payının düşmesine ve ciddi ekonomik kayıplar yaşamalarına neden olmuştur. Ülkemizin savunma sanayindeki bu başarısı dikkate alındığında elbette ki başta silah üreten ülkeler olmak üzere birçok kesimi rahatsız etmesi kaçınılmazdır. Bunun sonucunda ülkemizin elde ettiği bu başarıyı engellemek ve itibarsızlaştırmak için de her türlü alicengiz oyununa başvurmaları ise gayet tabiidir. Çünkü uluslararası ilişkilerde gücünüzü muhafaza ederek etki alanlarınızı korumak, ancak rakiplerinizin güçsüz ve size bağımlı olmasıyla mümkündür. Bunun içinde geçmişte olduğu gibi bugünde bunun sağlanması için her yol denenmektedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde savunma sanayinde elde ettiğimiz başarılardan terör örgütleri ve destekçileri ile birlikte silah üreticilerinin rahatsız olması anlaşılabilir çünkü bu başarıların haklı gururunu bizler yaşarken, ağır bedellerini onlar ödemektedir. Göğsümüzü kabartan savunma sanayinin siyaset üstü ve milli bir mesele olduğu unutulmamalı ve siyasi çekişmelere alet edilmemelidir. Savunma sanayindeki başarıları desteklemek ve gurur duymak vatanperverliğin gereğidir. Ne yazık ki bu ülkenin sözde vatandaşı olduğunu iddia eden, ülkenin ekmeğini yiyip suyunu içen, havasını teneffüs eden müfterilerin bu başarıdan pekte memnun olmadıkları, gurur duymaları gerekirken, küresel emperyalizmin ve terör örgütlerinin kayıplarına üzüldükleri ve bu üzüntülerini de dile getirmekten çekinmedikleri görülmektedir. Bu müfterilerin üzüntülerini dile getirmeleri cehaletten mi? yoksa ihanetten mi? olduğunu da siz değerli okuyucularımın takdirine bırakıyorum…