Ahmet Koçdemir

Belki de Sizin Yaşantınız, Başkalarının 'Keşke'sidir

Ahmet Koçdemir

Sabahın ilk ışıkları pencereden içeri süzülüyor. Kahveni eline alıp balkona çıktığında, komşunun yeni aldığı arabaya, yoldan geçen genç çiftin gülüşüne, sosyal medyada sabaha düşen tatil fotoğraflarına gözün takılıyor. İçinden, “Keşke benim de böyle anlarım olsaydı” diye geçiriyorsun — ama durup bir düşün: Belki de senin bugünkü kahven, bir başkasının yıllardır hayalini kurduğu bir huzurdur.

Bu cümle basit bir empati çağrısı değil; aynı zamanda psikolojinin bize gösterdiği evrensel bir gerçek. İnsanlar doğası gereği kendini başkalarıyla karşılaştırır. Sosyal psikolojide buna “sosyal karşılaştırma” denir. Özellikle de yukarıya doğru kıyaslama; yani kendimizi daha iyi, daha başarılı, daha mutlu görünenlerle kıyasladığımızda çoğu zaman eksik hissederiz. Bu hissin adı sıkça “keşke”lerle dönen pişmanlıklar, özlem ve bazen de kıskançlıktır.

Ama burada bir kırılma noktası var: Dışarıdan mükemmel görünen hayatların ardında çoğunlukla görünmeyen fedakârlıklar, seçimler, zorluklar ve bazen de yalnızlık saklıdır. Birinin “başarısı”, başkasının “fırsat eşitsizliği”nin sonucu olabilir. Birinin lüks görünen evi, başka birinin ömür boyunca kurduğu ama ulaşamadığı bir hayalin nesnesidir.

Peki ne yapmalı? Öncelikle şükür pratiğini anımsamak, modern psikolojinin de desteklediği bir ruh sağlığı adımıdır. Şükür, elindekini fark etmektir — küçük sevinçleri not etmek, günü bitirirken üç minnettarlık yazmak gibi basit alışkanlıklar bile zihni kıskançlık ve eksiklik duygusundan uzaklaştırır. Araştırmalar, düzenli şükür pratiği yapan insanların daha az stres, daha yüksek yaşam memnuniyeti ve daha güçlü sosyal bağlar bildirdiğini gösterir. Çünkü şükretmek, algıyı değiştirir: “Yok”a değil, “var”a odaklanırsın.

Toplumsal açıdan ise şükür, paylaşmayı ve dayanışmayı besler. Elindekinin kıymetini bilen insan, daha cömert olur; sahip olduklarını paylaşan toplum ise daha dirençli ve huzurlu olur. Bu nedenle bireysel şükrün ekonomik ya da politik bir yansıması da vardır: Minimal tüketim, ihtiyacı olana yardım, komşuluk ilişkilerine değer verme — hepsi şükrün topluma yansıyan halidir.

Birkaç pratik adım önereyim:

1. Her günün sonunda “üç minnettarlık” yaz: küçük de olsa hayatında ne olduğu farkına var.
2. Sosyal medyada gördüklerine sadece bakma; bir iki soru sor: Bu fotoğrafın arkasında hangi emek var? Bu paylaşımın eksik bıraktığı ne olabilir?
3. Küçük jestleri çoğalt: Bir komşuya çay ikramı, bir tanıdığa kısa bir teşekkür mesajı hem sana hem ona iyi gelir.
4. Kendi “keşke” listeni hedefe çevir: Eksik hissettiğin bir şeyi not al, onu mümkün kılacak ilk küçük adımı planla.

Son olarak, bu psikolojik ve toplumsal değerlendirmeyi ruhani bir hatırlatmayla kapatalım. Kuran bize müjde verir: “Eğer şükrederseniz, size nimetimi artırırım.” (İbrahim Suresi, 7). Peygamber Efendimiz de bize şükürle ilgili şöyle hatırlatır: “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmiş olmaz.” (Tirmizî). Bu iki söz, bize şükrün hem içsel hem de toplumsal boyutunu aynı anda gösterir: Elindekini görmek ve bunu davranışa dökmek, hem kalbimizi hem çevremizi zenginleştirir.

Belki de senin sıradan sandığın hayat, bir başkasının ömrü boyunca “keşke” diyerek iç geçirdiği en büyük nimettir. Bugün bir durup baktığında, sahip olduğun küçük mucizelere daha çok yer ver; hem kendine hem çevrene şükret, paylaş ve çoğalt. Çünkü şükreden bir yürek, dünyayı biraz daha iyi bir yer yapar.
 

Yazarın Diğer Yazıları