Şehrin geçmişinde öyle mekânlar vardır ki, sadece binalarıyla değil, içinde yaşanmış hatıralarıyla hafızalara kazınır. Bizim için o mekânın adı önce Özbel Aile Çay Bahçesi, sonra da Cemiloğlu Parkı oldu.
Özbel Aile Çay Bahçesi, yaz akşamlarının en güzel durağıydı. Çınarların gölgesinde, küçük tahta masaların ve sandalyelerin etrafında buluşan aileler, çaylarını yudumlarken sohbet ederdi. Çocukların koşuşturması, büyüklerin koyu sohbetleriyle akşamlar güzelleşirdi. Ne evimizde televizyon vardı, ne de elimizde telefon… İnsanlar yüz yüze konuşur, göz göze gülüşür, yan yana dertleşirdi. Yaz akşamlarının o huzuru, samimiyeti ve neşesi hâlâ içimde yaşıyor.
O yaz akşamlarının bir diğer kahramanı da Stüdyo Kemal ve Özer Abi idi. Özer Abi, etkinlikler öncesi ses düzenini kurar, hoparlörleri yerleştirir, her şeyin kusursuz olması için uğraşırdı. Özbel ve Cemiloğlu’ndaki yaz akşamları, onun emeğiyle şehre yayılan müzikle daha da büyülü bir hâl alırdı.
Zamanla isim değişti; Özbel Aile Çay Bahçesi’nin yerini Cemiloğlu Parkı aldı. Ama ruhu aynı kaldı. Park, yaz akşamlarının buluşma noktası oldu. Çay bahçesinde oturup serinliği hissetmek, dostlarla yan yana olmak bir başka güzeldi.
O mekânlar, ulusal sahnelerin büyük isimlerini ağırladı; daha meşhur olmadan İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, Neşet Ertaş sahne aldı ve gönüllerimize seslerini işledi. Ama asıl büyüyen ruh, mahalli sanatçılardan geliyordu: Yeniceli Kemal, Cevat Petek, Ali Öner, Feyzullah Arık, Abdulkadir Bay, Enver Demirbağ, Tekin Bulut, Ömer Çapar, Dursun Şimşek, Celal Özeri… Hepsi o sahnelerde Harput musikisini, halk ezgilerini ve mahalli türkülerimizi yaşattı. Sesleri hâlâ hafızamızda çınlıyor.
Bir Ceketin Paylaşımında Saklı Dostluk
Geçenlerde değerli abim Dursun Şimşek ile sohbet ederken o yıllara dair bir anısını paylaştı. O günler imkânlar kısıtlıydı ama heyecanımız, mutluluğumuz çok büyüktü. Sahneye çıktığımızda elimizde tek bir renkli ceket olurdu. Önce Tekin Bulut giyer, şarkısını söylerdi. Ardından Ömer Çapar giyerdi, sonra sıra bana gelirdi. Yani biz sahneyi de ceketi de paylaşırdık. O hatırayı anlatırken gözlerindeki ışıltı, aslında o günlerin ruhunu özetliyordu: paylaşımın, kardeşliğin verdiği mutluluk…
Bugün geriye dönüp baktığımda anlıyorum ki, asıl zenginlik o günlerdeymiş. Cemiloğlu Parkı’nın gölgelerinde, Özbel’in masalarında; bir ceketi paylaşabilmek, bir masada ekmeği bölüşebilmek, aynı şarkıya hep birlikte eşlik edebilmek… İşte gerçek mutluluk buydu.
Elazığ’ın yaz akşamlarını, çınar gölgelerini, tahta sandalyelerdeki sohbetleri ve sahne ışıklarının yansımasını unutmayacağız.