1961 yılında Kudüs’te görülen bir dava, yalnızca geçmişte işlenmiş bir suçun hesabını sormuyordu. Aynı zamanda bugün hâlâ geçerliliğini koruyan bir soruyu da önümüze koyuyordu. Sanık, Nazi Almanya’sında görev yapmış bir bürokrat olan Adolf Eichmann’dı. Milyonlarca insanın toplama kamplarına gönderilmesinde rol almıştı. Mahkemedeki savunması ise şaşırtıcı derecede tanıdıktı:
“Ben sadece görevimi yaptım.”
“Emirleri uyguladım.”
“Karar veren ben değildim.”
Bu davayı izleyen düşünür Hannah Arendt’i asıl sarsan şey, Eichmann’ın bir canavar gibi görünmemesiydi. Ne fanatikti ne de öfke doluydu. Sıradan, hatta silik bir memur gibiydi. Arendt’e göre onu asıl tehlikeli kılan şey kötücül niyetleri değil, yaptığı işin sonuçlarını hiç düşünmemiş olmasıydı. Bu durumu “kötülüğün sıradanlığı” olarak adlandırdı.
Bu kavram, kötülüğün her zaman bilinçli bir kötülükle ortaya çıkmadığını söyler. Bazen insanlar, sorgulamadan yerine getirdikleri görevlerle büyük zararlara ortak olabilir. Üstelik bunu yaparken kendilerini kötü hissetmezler. Çünkü sistem çalışıyordur, kurallara uyuluyordur, düzen bozulmamıştır. İşte tam da bu noktada kötülük, bazıları için “iyi” hâle gelir. Düzeni korur. Sorun çıkarmayı engeller. Kişiyi sorumluluk yükünden kurtarır.
Günlük hayatta bu zihniyete yabancı değiliz.
“Ben sadece işimi yapıyorum.”
“Bu benim kararım değil.”
“Sistem böyle.”
Çoğu zaman bu sözler kötü niyetle söylenmez. İnsan gerçekten kendini sorumlu hissetmeyebilir. Çünkü sorgulamak rahatsız edicidir. “Bu karar kime zarar veriyor?” diye sormak huzuru bozar. Oysa uyum sağlamak daha kolaydır. Sessiz kalmak daha güvenlidir. Bedelsiz gibi görünür.
Arendt’in uyardığı tehlike tam da budur. İnsan, bir kararı sorgulamadan desteklediğinde kendi payını görünmez kılar. Oysa destek vermek de bir tercihtir. Sessiz kalmak da. Ve bu tercihler, fark edilmeden toplumsal zarara dönüşebilir.
Arendt, Eichmann’ı anlamaya çalıştı ama onu asla mazur görmedi. Çünkü ona göre düşünmemek bir mazeret değildir. İnsan, sorgulamadan verdiği her destekle, farkında olmadan bir sonucun parçası hâline gelir.
Belki de asıl soru şudur:
Bir karar başkalarına zarar verirken “ben karışmadım” demek gerçekten bizi masum yapar mı? Çünkü hiçbir şey yapmamak da bir tavırdır. Sessizlik, tarafsızlık değildir.
Ve belki de en rahatsız edici gerçek şudur:
Tarihteki en büyük zararların bir kısmı, kötü insanlar yüzünden değil, düşünmeyi bırakan sıradan insanların sessizliği sayesinde mümkün olmuştur.