İhsan Tarakçı

Altı Yıl Önceki Hayal, Bugünün Gerçeği

İhsan Tarakçı

Bundan altı yıl önce, bu şehir adına güzel hayaller kurmuştuk. Yapılan hizmetlerin, atılan adımların halkla şeffaf biçimde paylaşıldığı, insanların yönetime katıldığı, sorunların kararlılıkla çözüldüğü bir şehir düşlemiştik. Sadece sorun konuşulmasın istemiştik; birileri bir çivi çakınca bunu da takdir edelim, bunu da duyuralım demiştik. Ama geldiğimiz noktada ne o hizmetler var ortada ne de o duyurulacak güzel gelişmeler. Bugün şehir, geçmişi bile mumla aratır hâlde…

Her yeni dönemde üzerine bir umut daha eklediğimiz sorunlar çözülmek bir yana, yenileriyle büyüdü. Şehir yönetimine getirilen vasıfsız kadrolar, bırakın çözüm üretmeyi, sorunları dahi fark edemeyecek bir anlayışla hareket ettiler. Şehrin kaynakları, liyakatsiz ellerde heba oldu. Plansız yatırımlar, denetimsiz projeler, kopyala-yapıştır işler...

Mesela şehrin merkezine iki adet otopark yapıldı. Ama hâlâ boş arsalar, kaldırımlar, şehrin en işlek caddeleri park etmiş araçlarla dolu. Otopark var, ama kullanılmıyor. Kural var, ama uygulanmıyor. Denetim var, ama göstermelik…

Çay ocakları, esnaflar… Kaldırımlar hâlâ halka değil, dükkân sahiplerine ait. Babalarının malı gibi… kaldırımlar yeterli gelmiyormuş gibi yolları işgal etmiş durumdalar. Yaya yolunu kullanamayan yaşlılar, çocuklar; sokak ortasında yürümek zorunda kalan insanlar artık buna alışmış durumda. Çünkü düzen yok, çünkü “kimseden hesap soran” yok.

Şehir trafiğini rahatlatmak adına yapılan battı-çıktılarla ne trafik rahatladı ne şehir güzelleşti. Estetikten uzak, ruhsuz yapılar hem şehir dokusunu bozdu hem de trafiğe pansuman bile olamadı. Alt yapıya ayrılan devasa bütçeler ise ancak bazı müteahhitleri zengin etti. Vatandaş hâlâ susuz, hâlâ seller altında. Bir yağmur yağıyor, şehir felç. Yazın ortasında saatlerce su kesintisi yaşanıyor. Bu normal değil, ama alışıyoruz, alıştırılıyoruz.

Trafik tam anlamıyla kaos. Işıklar çalışmıyor, kavşaklar keşmekeş, sürücüler sinirli. Merkez mahallelerin görünümü ise ne yazık ki bir savaş sonrası kenti andırıyor. Binalar yorgun, sokaklar kirli, görüntü kirliliği diz boyu. Estetik mi? Adını anmak bile zor.

Sosyal yaşam desen, içler acısı. Koskoca şehir, akşam sekizden sonra hayalet kasabaya dönüyor. Sinema mı? Yok. Tiyatro? Aylardır perde açmıyor. Sergi, konser, söyleşi? Unut gitsin. Gençlerin elinde tek kalan birkaç kafe, o da AVM’lerde. Oraya da her kesim gidemiyor. Eğlence merkezi yok, sosyal alan yok, nefes alacak meydan yok.

Dahası var:

Şehir niteliksiz göç almaya devam ediyor. Gelenler, hayatın içinde üretici bir yer edinemeden sosyal yardımlarla geçinmeye zorlanıyor. Devletin sunduğu yardımlar, geçici destek olmaktan çıkıp kalıcı bir yaşam biçimine dönüşüyor. Her geçen gün yardım kuyrukları uzuyor. Şehir emekle değil, beklentiyle büyümeye başlıyor. Nitelik azalıyor, toplumsal çürüme derinleşiyor.

Gelir dağılımı uçurumu gözle görülür biçimde artıyor. Bir yanda her gün yeni arabalarla vitrin süsleyenler, öte yanda pazar artıklarını toplayanlar…

 Sermaye, üretken girişimciye değil, yandaşa akıyor. Şehir, bu hâliyle adeta ülkenin genel durumunu temsil ediyor.

Yaşanılabilir şehir sıralamasında giderek daha aşağılarda anılmaya başlıyoruz. Ne yazık ki bu düşüş, yalnızca sıralamalarda değil, sokakta da hissediliyor.

Bu şehri yönetenler şunu bilmeli:

 Sorunları örtmekle, makyajla, süslü cümlelerle, algı haberlerle değil; 

planla, liyakatle, kararlılıkla çözülebilir. Ama bu özellikler de maalesef sizde yok…

Ve en önemlisi:

Bu şehir hâlâ bizim… Biz sustukça onlar konuşacak, biz göz yumdukça onlar görecek. Ama biz görmeye, konuşmaya ve yazmaya devam edersek, bu düzen böyle gitmeyecek. 

Yazarın Diğer Yazıları