İhsan Tarakçı

Herkes Konuşuyor, Kimse Yetişkin Değil

İhsan Tarakçı

Transaksiyonel analiz (TA), psikolojinin alt dallarından biri olarak insanın insanla kurduğu ilişkiye mercek tutar. Basit gibi görünen ama hayatın tam ortasına yerleşen üç temel prensiple başlar:
Herkes değerlidir. 

Herkesin düşünme kapasitesi vardır. 

Ve herkes, hayatındaki seçimleri yapma gücüne sahiptir.

Bu üç cümle, aslında modern insanın en çok unuttuğu hakikatleri fısıldar. Çünkü çoğu zaman ya kendimizi değersiz hissederiz ya başkalarını değersizleştiririz ya düşünmeden davranırız ya da “başka çarem yoktu” diyerek sorumluluktan kaçarız.

Herkes Konuşuyor, Kimse Yetişkin Değil

Transaksiyonel analize göre çocuklukta yaşanan her olay, yalnızca bir anı olarak değil; duygusuyla birlikte hafızaya kaydolur. Bir korku, bir sevinç, bir utanç ya da bir onaylanma hissi… Yıllar geçer, beden büyür, yaş ilerler; fakat yetişkinlikte benzer bir durumla karşılaşıldığında, o eski duygular yeniden tetiklenir. İşte “orantısız” tepkilerimizin, bir bakışa aşırı öfkelenişimizin ya da küçük bir eleştiride içimize kapanışımızın sebebi çoğu zaman burada gizlidir.

Transaksiyonel analiz bu noktada insan davranışlarını beş temel ego durumu üzerinden açıklar.

1- Eleştiren ebeveyn, kurallarıyla konuşur; yargılar, düzeltir, bazen incitir.

2- Koruyucu ebeveyn, sarar sarmalar; iyi niyetlidir ama boğabilir.

3- Yetişkin ego durumu, burada ve şimdiyle ilgilenir; duyguyla gerçeği ayırabilir.

4- Uyarlanmış çocuk, onay arar; susar, uyum sağlar, bazen kendinden vazgeçer.

5- Doğal çocuk ise kahkahayı, yaratıcılığı, öfkeyi ve saf sevinci taşır.

Sorun şu ki, çoğumuz yetişkin bedenlerimizle dolaşırken, iletişimlerimizi hâlâ çocukluk ego durumlarımızdan kurarız. Bir toplantıda yöneticisine öfkelenen ama sesini çıkaramayan uyarlanmış çocuk; sosyal medyada herkesi azarlayan eleştiren ebeveyn, en yakınındakini bile kontrol etmeye çalışan koruyucu ebeveyn… Ve arada kaybolan o sakin, berrak yetişkin sesi.

Şimdi gelin, güncel bir sahneye bakalım.

Bir iş yerinde, haftalık toplantıda yönetici sert bir tonla konuşur: “Bu rapor böyle olmaz.” O anda odada bir sessizlik çöker. Kimse itiraz etmez, kimse soru sormaz. Toplantı biter; ama koridorlarda homurdanmalar başlar, mesaj gruplarında şikâyetler dolaşır. Yönetici eleştiren ebeveyn egosundan konuşmuştur; çalışanların büyük bölümü ise uyarlanmış çocuk hâlindedir. Yetişkin ego durumu, yani sakin, veriye dayalı, çözüm arayan ses ortada yoktur.

Benzer bir tabloyu televizyon tartışmalarında, sosyal medyada ya da meclis kürsüsünde de görürüz. Bir taraf azarlayan bir ebeveyn diliyle konuşur, diğer taraf ya karşı saldırıya geçer ya da tamamen susar. Herkes konuşur; ama kimse gerçekten iletişim kurmaz. Çünkü yetişkin egodan yetişkine bir temas gerçekleşmez.

Doğal çocuk, bu ortamda ya alaya kaçar ya da öfkesini kontrolsüz biçimde dışa vurur. Koruyucu ebeveyn ise “Ben senin iyiliğini istiyorum” diyerek müdahaleci olur. İyi niyetli gibi görünen bu tutumlar bile, çoğu zaman bireyin düşünme ve seçme hakkını elinden alır.

Transaksiyonel analizin en sarsıcı yanı, bize şunu söylemesidir: Bu bir kader değildir. Fark edilebilir. Fark edilen her duygu, fark edilen her otomatik tepki, yeni bir seçim imkânı doğurur. Yetişkin ego durumu tam da burada devreye girer: Duyguyu inkâr etmeden, geçmişe saplanmadan, “şu an ne oluyor?” sorusunu sorabilme cesareti.

Belki de bugün yaşadığımız iletişim krizlerinin büyük bölümü, fikir ayrılıklarından değil; çocukluklardan konuşmamızdan kaynaklanıyordur. Ve belki de çözüm, daha çok bağırmakta değil; hangi ego hâlinden konuştuğumuzu fark edebilmekte yatıyordur.

Ve belki de olgunluk dediğimiz şey, her seferinde yetişkin kalabilme cesaretidir.

 

Yazarın Diğer Yazıları