Filibeli Ahmet Hilmi’nin Âmâk-ı Hayâl’inde Raci’nin karınca olduğu bir mesel vardır. Raci, diğer karıncalarla birlikte kış hazırlığı yaparken birden hava kararır, bulutlar çöker, yağmur sağanak hâline gelir. Seller akar, yuvalar dolar, karınca topluluğu darmadağın olur. Panik, bağırış, boğulanlar, tutunmaya çalışanlar… Raci de bir dal parçasına sarılıp canını zor kurtarır. Büyük bir korkuyla uyandığında bunun sadece bir rüya olduğunu görür.
Ama hikâyenin asıl çarpıcı yanı şudur:
Karıncanın gözüyle gördüğümüz bu felaket, insan gözüyle bakıldığında basit bir şeydir. Bir adam atını bir süreliğine oraya bağlamıştır. At gölge düşürmüştür, ardından da karıncaların üzerine işemiş, birkaç karınca telef olmuştur, Hepsi bu.
Yani bir karınca için kıyamet olan şey, insan için sıradan bir hareketten ibarettir.
Bugün sosyal medyada futbol tartışmalarına bakınca bu mesel aklıma geliyor.
Dün akşamki maçta verilmediği iddia edilen penaltı, milyonlarca insanın gündemini kaplamış durumda. Herkes kendi perspektifinden bir “felaket” anlatıyor. Haksızlık, rant, şike, adaletsizlik… İnsanlar birbirine öfkeleniyor, kızıyor, kırıyor, saatlerce hararetli tartışmalar dönüyor.
Oysa maçtaki pozisyon, hayatın bütünü içinde bir karıncanın önüne düşen gölgeden farksız.
Maçı oynayanlar eğleniyor, tatiline gidiyor, ertesi güne hazırlanıyor. Onlar için hayat çoktan normale dönmüş durumda. Felaket, sadece bu tartışmalarla ömrünü tüketen taraftarın dünyasında yaşanıyor.
Biz sosyal medyada büyük ateşler yaktığımızı sanarken, gerçekte belki de sadece bir atın gölgesinde kalmış karıncalar gibiyiz. Gökyüzü kararıyor sandığımız şey, belki de başka birinin sıradan bir hareketi.
Belki de mesele şu:
Hangi biz gözle bakıyoruz?
Karıncanın gözüyle mi, insanın gözüyle mi?
Ve daha önemlisi:
Belki de biraz durup düşünmek gerekiyor: Gerçekten bir karşılaşma ya da bir pozisyon için bu kadar enerji tüketmeye değer mi?
Futbol güzel oyun…
Ama oyunu oynayanların bile bu kadar düşünmediği pozisyonları, hayatına dert eden insanları yoruyor.
Belki de bize düşen şey, hakemi ya da pozisyonu değil kendi zaman yönetimimizi sorgulamak…